Uluslararası bir bilimciler grubunun uyarısına göre, insan aktivitesi sonucu gezegenimiz dokuz çevresel sınırdan halihazırda dördünü geçmiş durumda. Bu da onu bir “tehlike kuşağına” doğru sürükleniyor gibi gösteriyor.

İklim değişimi, biyoçeşitlilik kaybı, kara kullanımındaki değişimler ve suni gübre kullanımına bağlı olarak bozulmuş biyojeokimyasal döngülerden oluşan söz konusu bu dört çevresel sınır, gezegenin işlevsel sistemini basamak basamak değiştirmekte. Avustralya Ulusal Üniversitesi’nden Prof. Will Steffen ve arkadaşları tarafından hazırlanan ve Science dergisinde yer bulan makaleye göre bu değişimler, insan, okyanuslar, karalar ve atmosfer arasında süregiden etkileşimleri kararsız bir hale getiriyor. Değişikliklerin yol açacağı sonuçların, dünyanın çok daha az konuksever olan bir gezegen haline gelmesi ve mevcut yaşam kalitesinin son derece azalması şeklinde kendini göstereceği öngörülüyor.

Bilimciler 2009 yılında insanoğlu’nun yol açacağı dokuz çevresel sınır tanımlayarak bunları sayısallaştırdılar. Yukarıda belirtilen dört tanesine ek olarak kalan beş sınır ise, ozon eksilmesi, okyanusların asitleşmesi, tatlı suların tükenmesi, atmosferdeki mikroskobik parçacıklar ve kimyasal kirlilik şeklinde sıralanıyor ve neyse ki henüz aşılmış değilller.

Bu sınırların aşılması çok hızlı ilerleyen bir kaos durumu yaratmasa da gezegeni sonu kestirilemeyen bir belirsizlik sürecine itmiş oluyor.

Bilimciler bu sınırlardan en önemlisinin ise iklim değişikliği olduğu görüşündeler. Makale baş yazarı Prof. Steffen, iklim değişikliğine bağlı olarak karbon dioksit seviyesinin günümüzde 400 ppm değerine yaklaştığını ve bunun da aşırı hava olayları, buzlarda erime gibi endişe verici etkiler şeklinde kendini göstermekte olduğunu söylüyor.

Çalışma sonuçlarının Eylül ayında New York’ta düzenlenecek olan Birleşmiş Milletler Toplantısı’nda kararlaştırılacak olan yeni küresel gelişim hedeflerinin planlanması sürecinde etkili olacağı ön görülüyor. Bilimciler araştırmanın, toplantıda ele alınacak olan küresel çaplı ekonomik büyüme ile çevresel sürdürülebilirlik arasındaki dengenin sağlanmasına önemli katkı sağlayacağını umuyorlar.